I.
Hazar denizi ve kaskatı iklimler aşan süvari
Dünyanın bahçelerini Nil'in aşkıyla birleştirecek
Karsabad Sarayı'nın kanatlı boğalarını ehlileştirecekti.
Ter, kireç ve balçığı çelikle karan İskender
Külrengi mânâsını alacakaranlığın tören alayında harlayacak
Kan ve ay ışığıyla çatılmış çadırında haki yatıp
Pers çeşmesinde El-Roi isteğiyle ölür yazan
Kayalardan has dostu yoktur dağlıların
Kış boralarının yağmasında öğrenecekti.
Tahtında dokunduğumuz Hurri tanrısını
Mittani aslanıyla yokladığımız azizler yortusunda
Yanardağ altın çeşmesini diriler üstünde ateşler.
Yıldız yağmuruna tutulan gece içimize özenle gömülür.
Evreni gördüklerinin ağılına işleyen ağlayıcılarla bölünür.
Isınan dünyanın karabasan zamanları.
Küle dönmüşlerin ısırgan otlu gözlerinde kızıl deniz.
II.
Islak derinlerin tepelenmiş toprağında.
Lâbirent çukurunda ölümün.
Zamanı hızlandıracak bir ruh gerekir orada.
Taşıyacak çakıl dahi bulunmaz
İnsanın insana kanla garaz suladığı ormanda kardeşliği.
Maddeye verilmiş mânânın ayrık ruhuyla
Bakıyoruz gömütler boşluğuna.
Belki bir atlının heybesindeki istila
Eğnine melik yüzü düşürülmüş mühürlü bir yüzük
Çıkacak gözlerimizi kuyruğuyla çeken kertenkele ininden.
Puslu akşamüstünün bekleme töreninde
Yeniden kutsanacak yakın savaşı görecekler.
Bizi oyan sıkıntı unutmayacak Boreas'ın anlattıklarını.
Yeni savaşın zırhını parlattığı ve kızdığı acı gölü aynasında.
Kökün kökte uç kırdığı bozkırda.
Kalacaktık garazın en yüksek avlusunda.
Özgürlük şarkıları yapacaktık
İlk çıkardığı seslerden çocuklarımızın.
Konserve kutusunun yediği kurşun deliğinden akan rüzgâr
Gelecek ve oğul soluğu gibi girecek annenin saçlarına.
Toprak atma zamanı geldiğinde gerçeğe.
Kesildi rüyanın siyah saçları, biliyoruz, tek tel çürümeyecek.
III.
Avlakta başladı her şey.
Sürdü cephede atlarını kuşkusuz uluyan boşluğa Moira'lar.
Altın bir kandille aydınlanan safran tarlasından
Koşuşturması aşk ve acının aynı çayırda indi yeryüzüne.
Şahinin şahinciye getirdiği avın gözlerinde gördü
Yeryüzü tüm acılarını.
Gördüklerimizin tufanında ot gibi eğilen dilin hıçkırığı
Eklendi hırıltısına yaralı leoparın.
IV.
Yazılmıştı taşın hanelerine;
Ölüm çukur değil kabartı.
İnce çay önüne dikilmişti sıkıntının esrarı,
Rüzgârın asırlarca harflerini çözemediği
Uykumuza uyduk.
Yazgısı ifritlerin çorağında dağılmak olan
İkrar madenini henüz fırınlamış
Ve kuyumcu ateşinde pahası eriyen
Eş kabilemizin killi ellerine teslim ederek
İki dağın eklemine, beyaz aşkla fısıldadık;
Kar eriyor ağaçlardan
Tuzağında yeşilliğin ve çizgilerinde evin
İlerlerken taraklı sessizliğinde unutmayla
Yeniden ölüyor tüm bıraktıklarımız
Çayırı altında belleğin seyahat notlarıyla.
V.
Kanlı paltonun ceplerinde,
Oltu gözlü azizeyle.
Karabasana bırakıldığımız ıssız gecede.
Tükenmemiş yamaçlardan kayan sözcüklerle
Vurulduk şelâlenin çölüne.
Kalbin sarnıç ağzına.
Boşluğa kükreyen dağ kadardı suyunun tozları.
Önünde ağlayacak zamanı harla büyüttük.
Alnımıza oturmuş babamızın sarih yüzüyle,
Yeniden tutulduk orada annemize.
Kırımsız bir kır gürültüsüydü
Mevsimlerin kalbinde atımıyla uyuduğunuz.
Öyleydi de bir serçeden şen uçuşan gövdeler,
Kanatlarını neden erittiler güneşte.
Esrarsız şeylerin toprağında dinlendi.
Bir avuç süsen kökü, bir ömür inkârla.
Bilemedim, uzun zamanların Karun haz-i-nesini,
Okşayan dudakların soğuğunu.
Sırtında Zeus'un gezindiği atların
Kan döktüğünü Akhilleus topuğundan.
VI.
Harpa dönüşmüş bedenin kendiyle harbinden,
Kim çıkacak sancağı yamasız.
Dar hayatın sarktığı yamaç kadardı.
Söyleyecektim sonsuzluğunu gecenin.
Boynundan çektiği inpala'dan kalma,
Leopar ağacında parçalanmış kalp kalıntısı.
Aşk erken aldı ariyet sınanmasını.
Boşluğuna bağlayıcısız ve eşliksiz defnetti.
Yazgı, yalnız işaretli kalbi değil,
İçimizin, bataklık timsahı, zırhlı hayvanıydı.
Suya düşmüş dallar kadar
Soyulmuş ve ağır gövdelerle.
Bir elinde kar.
Ötekinde kor.
Oyuğundan taşan eski dünya tezahürü.
Sisli ve arık yere çizilen cennetten hiçlikli.
Gözü arkada uçurum hissinde diz çökmüş.
Mevsimim kalmadı, mevsimim kalmadı.
Her yerde La Destruction.